deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ youtube mp3 Bonusverensiteler.com deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş deneme bonusu veren siteler casinorulet.com https://www.paybytouch.com/

Türkiye İslamlaşmadı bilakis...

SPOR (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 09.07.2011 - 13:44, Güncelleme: 03.09.2022 - 16:01
 

Türkiye İslamlaşmadı bilakis...

Stanislav Tarasov* 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhurbaşkanlığına aday olarak partinin lideri Recep Tayyip Erdoğanʹı değil, Dışişleri Bakanı Abdullah Gülʹü gösterdi. Ancak laikler ve onların arkasındaki askerler, Gülʹün adaylığını desteklemedi. Askerler, eğer hükûmet laik devlet ilkelerini koruyamazsa "önlemler almakla" tehdit etti. Bununla birlikte şunu da belirtelim ki o günlerde AK Parti tarafından Türk toplumunun İslamlaştırılması yönünde tek bir adım bile atılmamıştı. Yine de Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunu geçersiz saydı. 9 Mayıs 2007 tarihinde ise Parlamento, cumhurbaşkanlığı seçimlerini resmen erteledi. Tarih bilimci Profesör Aydın Gaciyevʹe göre her şey Abdullah Gülʹün 1960 darbesinde Adnan Menderesʹin ve 1980ʹdeki darbede Süleyman Demirelʹin düştüğü duruma düşmesi için yapıldı. Bu yüzden Gül, cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. Diğer bir senaryoya göre o günlerde askerler ülkede yeni bir darbe yapmaya hazırdı ancak bu konuda Batıʹnın desteğini alamadı. Bu yüzden 22 Temmuz 2007 tarihinde Erdoğanʹın partisine soluk alma fırsatı veren erken seçimlerin yapılmasına engel olamadılar. Erdoğanʹın partisi Parlamentoya girdi. Daha ilk günlerde cumhurbaşkanının doğrudan halk oylamasıyla seçilmesi ve Parlamentonun görev süresinin ise beş yıldan dört yıla indirilmesi yönünde bir Anayasa değişikliği yapıldı. Cumhurbaşkanının ikinci kez seçilmesi ve görev süresinin beş yıl olarak tayin edilmesi de önerildi. Bu, artık Türkiyeʹyi parlamenter sistemden başkanlık sistemine doğru bir dönüşüm yoluna çıkarmıştı. Bu gelişmeden sonra da askerlerin olayların gidişatına müdahale edebileceğinden bahsedilmeye başlandı. Bu bağlamda, Türk siyaset bilimciler Atatürkʹün döneminde sadece iktidar partisi Cumhuriyet Halk Partisinin olduğunu anımsadı. Ancak 1946ʹda Türkiyeʹde bir muhalefet partisi kuruldu: Demokrat Parti. 1950ʹde demokratlar parlamento seçimlerini kazandı ve liderleri Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes ise Başbakan oldu. Menderes, Batıʹdan aldığı destekle ülkenin Batılılaştırılmasına yönelik bir politika izledi. Yeni fabrikalar kuruldu, yabancı şirketlerin şubeleri açıldı ki bunlar yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve ciddi miktarda sermayeye ihtiyaç duymadan yatırımların artması anlamına geliyordu. Ancak askerler Demokrat Partiyi bölmeyi başardı. Fuat Köprülü Partiden ayrıldı. Diğer taraftan, İsmet İnönüʹnün liderliğindeki cumhuriyetçiler bütün ülke çapında Cumhuriyet Halk Partisini yeniden organize etmeye başladı. Bunu, karşı bir atak takip etti: Bayar ve Menderes, Türkiyeʹde otoriter bir yönetim şekli tesis etmeye çalıştı ve bazı malumatlara göre merdiven altı tarikatlarla taktik temasa girdi. 50ʹli yılların sonuna doğru ülkede durum kaynama noktasına geldi. 27 Mayıs 1960 sabahı bir grup subay darbe yaptı. Başbakan Menderes ve iki bakan, Anayasaʹyı çiğnemekten suçlu bulundu ve 17 Eylül 1961 sabahı idam edildi. Bu, bugüne kadar birçok detayı açıklığa kavuşturulamayan karanlık bir siyasi tarih olarak kaldı. Sovyet tarihçileri, Menderesʹi "büyük sermayenin uşağı" olarak adlandırdı, Batı ise onun "reformcu" olduğunu düşünüyordu. Orgeneral Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı seçildi. Eski Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü ise 1965ʹe kadar üç koalisyon hükûmeti yönetti. O yıllarda Türkiyeʹnin siyaset sahnesine, birçok Menderes taraftarının bir safta toplandığı Adalet Partisi çıktı. 1970ʹli yıllarda ise iki siyasi güç merkezi Bülent Ecevitʹin sosyal demokratları ve Süleyman Demirelʹin liberalleri, ayrıca onların ortalarında yer alan "Bozkurtlar" arasında çekişme hâkimdi. Yeniden kriz ve iç savaş... 1980 sonbaharında yine bir askerî darbe... Bunun ardından üç senelik bir istikrar "karantinası" hüküm sürdü ve hükûmetin başına Menderesʹin rotasını takip eden Turgut Özal geçti. 1996-1997 yıllarında Türk hükûmetinin başında Türk İslamcıların "patriki" sayılan Necmettin Erbakan vardı. Erbakan, devletin laik niteliğine kastettiği gerekçesiyle siyasi haklarından menedildi ve istifa etti. Bundan sonra Recep Tayyip Erdoğan başka bir yol takip etmeye karar verdi. ERDOĞAN İKİNCİ ATATÜRK OLUR MU? Erdoğanʹın partisinin bugünkü politikasının temel unsuru ekonomi politikasının başarılarıdır. Gayrisafî yurt içi hasıla bakımından ülke dünyanın en güçlü yirmi ekonomisi, askerî güç bakımından ise ilk on ülke arasında girdi. Ülke gerçekten hızla değişiyor ve bu değişim hiç de İslamlaşma yönünde değil. Hükûmet yeni özel yatırım alanlarını genişleterek askerlerin ekonomideki nüfuzunu kırmayı başardı. Girişimcilik devlet düzeyinde teşvik ediliyor. Ancak stratejik bakımdan Erdoğanʹın izlediği rotanın başarısından bahsetmek için henüz erken çünkü askerlerin nüfuzu zayıflatıldı ancak tamamen kırılmadı. Türkiyeʹnin toplumsal ve siyasi yaşamında askerler hâlâ regülatörlerden (düzenleyici) biri olarak görülüyor. Bu yüzden Türkiyeʹde parlamento seçimlerinden hemen sonra Türkiyeʹnin hem iç kalkınması hem de Orta Doğu bölgesindeki rolünün belirlenmesi konusunda hangi modelin seçileceği konusunda bir mücadele başladı. Bize göre seçilen bu liberal rotanın takip edilmesinde askerler hükûmete karışmayacak. Ancak eğer Türkiye dış politikada Doğuʹya meylederse askerler bir oyun çevirebilir. Aynı zamanda Erdoğan, daha geniş bir manevra imkânı elde etmek için devlet yönetiminde otoriter sistemi güçlendirmeye, Atatürk tipinde bir figür olmaya çalışabilir. Ancak önündeki bu mücadelelerde Menderes ve Özalʹın gölgelerinin Erdoğanʹa yardım edip etmeyeceğini, Türkiyeʹdeki bu çetin siyasi mücadelenin ne kadar süreceğini, daha da önemlisi neyle sonuçlanacağını kimse bilemez. * Regnum gazetesi / tercüme: byegm Timetürk
Stanislav Tarasov* 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhurbaşkanlığına aday olarak partinin lideri Recep Tayyip Erdoğanʹı değil, Dışişleri Bakanı Abdullah Gülʹü gösterdi. Ancak laikler ve onların arkasındaki askerler, Gülʹün adaylığını desteklemedi. Askerler, eğer hükûmet laik devlet ilkelerini koruyamazsa "önlemler almakla" tehdit etti. Bununla birlikte şunu da belirtelim ki o günlerde AK Parti tarafından Türk toplumunun İslamlaştırılması yönünde tek bir adım bile atılmamıştı. Yine de Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunu geçersiz saydı. 9 Mayıs 2007 tarihinde ise Parlamento, cumhurbaşkanlığı seçimlerini resmen erteledi. Tarih bilimci Profesör Aydın Gaciyevʹe göre her şey Abdullah Gülʹün 1960 darbesinde Adnan Menderesʹin ve 1980ʹdeki darbede Süleyman Demirelʹin düştüğü duruma düşmesi için yapıldı. Bu yüzden Gül, cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. Diğer bir senaryoya göre o günlerde askerler ülkede yeni bir darbe yapmaya hazırdı ancak bu konuda Batıʹnın desteğini alamadı. Bu yüzden 22 Temmuz 2007 tarihinde Erdoğanʹın partisine soluk alma fırsatı veren erken seçimlerin yapılmasına engel olamadılar. Erdoğanʹın partisi Parlamentoya girdi. Daha ilk günlerde cumhurbaşkanının doğrudan halk oylamasıyla seçilmesi ve Parlamentonun görev süresinin ise beş yıldan dört yıla indirilmesi yönünde bir Anayasa değişikliği yapıldı. Cumhurbaşkanının ikinci kez seçilmesi ve görev süresinin beş yıl olarak tayin edilmesi de önerildi. Bu, artık Türkiyeʹyi parlamenter sistemden başkanlık sistemine doğru bir dönüşüm yoluna çıkarmıştı. Bu gelişmeden sonra da askerlerin olayların gidişatına müdahale edebileceğinden bahsedilmeye başlandı. Bu bağlamda, Türk siyaset bilimciler Atatürkʹün döneminde sadece iktidar partisi Cumhuriyet Halk Partisinin olduğunu anımsadı. Ancak 1946ʹda Türkiyeʹde bir muhalefet partisi kuruldu: Demokrat Parti. 1950ʹde demokratlar parlamento seçimlerini kazandı ve liderleri Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes ise Başbakan oldu. Menderes, Batıʹdan aldığı destekle ülkenin Batılılaştırılmasına yönelik bir politika izledi. Yeni fabrikalar kuruldu, yabancı şirketlerin şubeleri açıldı ki bunlar yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve ciddi miktarda sermayeye ihtiyaç duymadan yatırımların artması anlamına geliyordu. Ancak askerler Demokrat Partiyi bölmeyi başardı. Fuat Köprülü Partiden ayrıldı. Diğer taraftan, İsmet İnönüʹnün liderliğindeki cumhuriyetçiler bütün ülke çapında Cumhuriyet Halk Partisini yeniden organize etmeye başladı. Bunu, karşı bir atak takip etti: Bayar ve Menderes, Türkiyeʹde otoriter bir yönetim şekli tesis etmeye çalıştı ve bazı malumatlara göre merdiven altı tarikatlarla taktik temasa girdi. 50ʹli yılların sonuna doğru ülkede durum kaynama noktasına geldi. 27 Mayıs 1960 sabahı bir grup subay darbe yaptı. Başbakan Menderes ve iki bakan, Anayasaʹyı çiğnemekten suçlu bulundu ve 17 Eylül 1961 sabahı idam edildi. Bu, bugüne kadar birçok detayı açıklığa kavuşturulamayan karanlık bir siyasi tarih olarak kaldı. Sovyet tarihçileri, Menderesʹi "büyük sermayenin uşağı" olarak adlandırdı, Batı ise onun "reformcu" olduğunu düşünüyordu. Orgeneral Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı seçildi. Eski Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü ise 1965ʹe kadar üç koalisyon hükûmeti yönetti. O yıllarda Türkiyeʹnin siyaset sahnesine, birçok Menderes taraftarının bir safta toplandığı Adalet Partisi çıktı. 1970ʹli yıllarda ise iki siyasi güç merkezi Bülent Ecevitʹin sosyal demokratları ve Süleyman Demirelʹin liberalleri, ayrıca onların ortalarında yer alan "Bozkurtlar" arasında çekişme hâkimdi. Yeniden kriz ve iç savaş... 1980 sonbaharında yine bir askerî darbe... Bunun ardından üç senelik bir istikrar "karantinası" hüküm sürdü ve hükûmetin başına Menderesʹin rotasını takip eden Turgut Özal geçti. 1996-1997 yıllarında Türk hükûmetinin başında Türk İslamcıların "patriki" sayılan Necmettin Erbakan vardı. Erbakan, devletin laik niteliğine kastettiği gerekçesiyle siyasi haklarından menedildi ve istifa etti. Bundan sonra Recep Tayyip Erdoğan başka bir yol takip etmeye karar verdi. ERDOĞAN İKİNCİ ATATÜRK OLUR MU? Erdoğanʹın partisinin bugünkü politikasının temel unsuru ekonomi politikasının başarılarıdır. Gayrisafî yurt içi hasıla bakımından ülke dünyanın en güçlü yirmi ekonomisi, askerî güç bakımından ise ilk on ülke arasında girdi. Ülke gerçekten hızla değişiyor ve bu değişim hiç de İslamlaşma yönünde değil. Hükûmet yeni özel yatırım alanlarını genişleterek askerlerin ekonomideki nüfuzunu kırmayı başardı. Girişimcilik devlet düzeyinde teşvik ediliyor. Ancak stratejik bakımdan Erdoğanʹın izlediği rotanın başarısından bahsetmek için henüz erken çünkü askerlerin nüfuzu zayıflatıldı ancak tamamen kırılmadı. Türkiyeʹnin toplumsal ve siyasi yaşamında askerler hâlâ regülatörlerden (düzenleyici) biri olarak görülüyor. Bu yüzden Türkiyeʹde parlamento seçimlerinden hemen sonra Türkiyeʹnin hem iç kalkınması hem de Orta Doğu bölgesindeki rolünün belirlenmesi konusunda hangi modelin seçileceği konusunda bir mücadele başladı. Bize göre seçilen bu liberal rotanın takip edilmesinde askerler hükûmete karışmayacak. Ancak eğer Türkiye dış politikada Doğuʹya meylederse askerler bir oyun çevirebilir. Aynı zamanda Erdoğan, daha geniş bir manevra imkânı elde etmek için devlet yönetiminde otoriter sistemi güçlendirmeye, Atatürk tipinde bir figür olmaya çalışabilir. Ancak önündeki bu mücadelelerde Menderes ve Özalʹın gölgelerinin Erdoğanʹa yardım edip etmeyeceğini, Türkiyeʹdeki bu çetin siyasi mücadelenin ne kadar süreceğini, daha da önemlisi neyle sonuçlanacağını kimse bilemez. * Regnum gazetesi / tercüme: byegm Timetürk
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.