deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler youtube mp3 Bonusverensiteler.com deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

CEMAATTEN SİYASETE HAZIRLANIN TALİMATI?

SPOR (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 29.02.2012 - 17:33, Güncelleme: 03.09.2022 - 16:01
 

CEMAATTEN SİYASETE HAZIRLANIN TALİMATI?

Gülen cemaati ile AK Parti arasındaki kavganın veyahut tartışmanın geldiği aşamadaki enteresanlığın sanırım siz de farkındasınız. Mesele tümüyle dünyevi kazanımların korunması ve çoğaltılması etrafında yoğunlaşırken, tartışmanın dini argümanlarla, dini şahsiyetler üzerinden sürdürülmesinden fena halde rahatsızım. Bu kavganın yaklaştığını, aşağı yukarı bir yıldır yazıyorum. Benim gibi, her iki kesimi de yakından tanıyanlar neler olduğunun, ne tür hesaplar yapıldığının farkındaydı. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber cemaat Türkiye’deki ‘hizmet’ alanlarında daha rahat hareket eder oldu. Her geçen gün daha çok büyüdü. Büyüdükçe daha çok alan kapladı. Kapladığı alanda kendi mensuplarından başka kimseye hayat hakkı tanımadı. Öyle ki başka cemaatlerden dindar bürokratlar bile Gülen cemaatinin hedefi olmaktan kendini kurtaramadı. AK Parti oy kaybetmemek, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlık planının tehlikeye düşmemesi için cemaate karşı açıktan tavır almaktan hep imtina etti. Fakat önceleri derinde de olsa bu durum cemaat mensubu bürokratlara karşı üstü kapalı bir şekilde negatif ayrımcılığı da beraberinde getirdi. Cemaate yakın gazete ve TV’lerde artık sert eleştiriler başlamış, haberlerde hükümete geniş yer vermeler son bulmuştu. Cemaate yakın gazeteciler de hükümetle aralarına mesafe koydular. Cemaatin emniyet ve yargıda belirgin bir üstünlük kazanması ve bu üstünlüğü hükümeti de sıkıntıya sokacak şekilde kullanması, AK Parti çevrelerinde artık kabul edilemez bir durum olarak görülmeye başladı. Açıktan ilk restleşme, İlker Başbuğ’un tutuklu yargılanma kararı üzerine gerçekleşti. Hükümet tutuklu yargılama kararından ve “terör örgütü lideri” tanımlamasından rahatsızlığını açıkça belirtince, cemaate yakın yayın organları hükumetin bu tutumunu eleştiri yağmuruna tuttular. Başbakanın “Bizim arzumuz Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasıydı” çıkışı üzerine, yargının ertesi gün 6 aydır tutuksuz yargılanan Hurşit Tolon’u tutuklayarak başbakana rest çekmesi, kavganın su yüzüne çıktığının en keskin işaretiydi. İşte bu artık gizlisi saklısı kalmayan çekişme, MİT tartışması ile iyice harlandı. Kılıçlar çekildi. Cemaate yakın gazeteciler MİT üzerinden hükumet ve başbakanı hedefe koyarken, AK Parti’ye yakın gazeteciler ise emniyet ve yargı üzerinden cemaati hedef aldılar. Birkaç gün açıktan, adı da koyularak yapılan münakaşa, nasıl olduysa şimdi yeniden alttan alta yapılır hale geldi. Yüksek sesle “Hayır, AK Parti ile cemaat arasında herhangi bir çatışma yok” diyenler, alçak sesle neredeyse bir birlerine ağzına geleni söylemekten çekinmiyorlar. Öyle bayağı, öyle belden aşağı, öyle gayri ahlaki tutumları görüyoruz ki, hayretimiz katbekat artıyor. Hükümet “Cemaatle bir kavgamız yok” diyerek cemaatin devletteki gücünü sınırlandırmaya çalışırken; cemaate yakın yayın organları, hükümetin her açığını bir kampanyaya döndürmek için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Köşelere, sosyal medyaya, ağza alınmayacak hakaretlere bakıyoruz, ortada ciddi bir kavganın olduğunu açık. Cemaate yakın medyanın bir kısmı ‘Sözcü’ gazetesi, bazı gazetecileri ise Emin Çölaşan pozisyonunda açıktan hükümet aleyhtarlığı yapıyor. Diğer taraftan da MİT operasyonu üzerinden cemaat ‘İsrail işbirlikçisi’, ‘ABD’nin piyonu’ olarak gösteriliyor. Tüm bunlara rağmen hâlâ “Biz aynı davanın neferiyiz aramızda kavga yok” deniliyor. Bunu söyleyenler bir de herkesin buna inanmasını bekliyor. Kavganın ortaya çıkmasından, büyümesinde, derinleşmesinden, sürdürülmesinden medet umanlardan; el ovuşturup keyif alanlardan değilim. Beni üzen, kavganın adaba uygun bir şekilde yürütülmemesi, belden aşağıya inmiş olması, bu da yetmezmiş gibi dini argümanlarla sürdürülüyor olmasıdır. Benim anlamadığım eğer kavga yok ise niçin bir birinize düşmanlık ediyorsunuz. Eğer kavga yok ise tasfiye dedikoduları niçin ortalıktan kaldırılmıyor. Eğer bir kavga yok ise cemaat geçtiğimiz hafta kendi mensuplarına “Siyaset için hazır olun” mesajını gönderip niçin “Herkes en az 4 kişi ile ekip olsun” talimatı yayınladı? Cemaatin siyasi hesabı yoksa siyasete girme hazırlığı niçin başlatıldı? Her şey bu kadar açıkken, her şey herkesin gözü önünde oluyorken böyle bir kavga yokmuş numarası çekip gizliden gizliye düşmanlık etmek ayıp değil mi? Bütün insanlar size bakıyor. Sizin hem Müslümanlığı kimseye bırakmayan tutumunuzu, hem de bel altı kavgalarınızı görünce utanan başı öne eğilen, yüzü kızaran milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Aynen birbirinden nefret eden gelin kaynana durumundasınız: Halk içinde yüksek sesle birbirinizi ne kadar çok sevdiğinizi söyleyip, eve döndüğünüzde de birbirinize var gücünüzle hücum ediyorsunuz. Böylesine hesapçı, yüze gülmeci, arkadan konuşmalı tavırları; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla sürdürüyor olmak fazlasıyla abuk sabuk, küçültücü, utandırıcı değil mi? Açıkça görülüyor ki bu kavganın asıl nedeni dünyevi kazançları korumak ve daha fazlasını elde etmek. Bu tartışmanın dinle, İslam’la, Hz Peygamberle, sahabelerle ne alakası var? Menfaat çatışmanızı ne diye ulvi bir ideal birliği gibi göstermeye uğraşıyorsunuz? Çıkar, imtiyaz, makam, mevki, güç peşinde koşarken; bunun davasını güderken bunun yarışı, mücadelesi içindeyken, ne diye ulvi, ilahi, mukaddes efektler yapma gereği duyuyorsunuz? ‘Bir dava için yol arkadaşlığı’ yapanların, gün gelip de iktidar için bu kadar küçülmesinden biz utanıyoruz. Siz utanmıyor musunuz? Sanıyorsunuz ki “Aramızda kavga yok” deyip ardından da ağzınıza geleni söylediğinizin kimse farkında değil. Herkes her şeyi görüyor. Dostlarınız üzülürken düşmanlarınız bayram ediyor. Görmeyen sizsiniz. Hatta açıktan “ Yiyin birbirinizi” manşeti atıyorlar. Bu tablo bile sizi utandırıp kendinize getirmiyorsa ne diyebiliriz? Biz biliyoruz ki meselenin ‘din kardeşliği’ ile ‘ülkeye hizmet yarışı’ ile, ‘Müslümanlığa hizmet’ ile bir alakası yok. Bunlar sahte kılıflar, safsatalar, karşılıksız lakırdılardan ibaret. Ekrem Dumanlı’nın Pazartesi günleri yazdığı vaaz havasındaki köşe yazılarına, Ali Ünal beyefendinin köşe yazılarında bu tartışmayı konu ederken anlattığı sahabe hikayelerine bakılırsa, cemaat ile AK Parti arasında çağımızın Sıffin Savaşı başlamış. Şimdiden herkesi kendi saflarına çağırıyorlar. Açıkça ganimet savaşı veriyorsunuz. Ve ne yazık ki bunu dinle alakalı bir mücadeleymiş gibi satmaya kalkıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki hâlâ o eski genç mücahitlersiniz. Hâlâ yüzünüzden nur akıyor. Hâlâ masumiyetinizi koruyorsunuz. İmanınız taptaze. Tevazunun, cömertliğin, kulluğun şifreleri sizin kalplerinizde kilitli. Halbuki insanlar size bakınca agresifliğinizden, hırsınızdan, somurtkanlığınızdan, dehşete düşüyorlar. Dinden imandan habersiz, uzak kimseleri fersah fersah geride bırakan iştahınız, iktidar hırsınız şoka sebep oluyor. Gerçeği çarpıtırken dinî kalıplar, kelimeler kullanmanız toplumun gururunu incitiyor, kalbini yoruyor, tadını kaçırıyor. Lütfen bu sefil duruma bir son verin. Bu bel altı kavgayı daha fazla uzatmayın. Her şeyin geçici olduğunu unutmayın. 20-30 yıl önce hazırladığınız afişlere dönüp bir bakın: “Dünyevi rütbeler kabir kapısına kadardır.” Sizin sözünüz, inancınız, hayatınız, rotanız, üslubunuz bu değildi. Milletin itimadını suiistimal etmeyin. İlle kavga edecekseniz lütfen İslam’ı, dini argümanları, sahabe hikayelerini bu dandik kavganıza malzeme etmeyin. Bilin ki sizden olmayan milyonlarca Müslüman daha yaşıyor bu ülkede. Din sizin malınız değil. Cemaatinizin, partinizin kazanımlarını sağlama almak için dini pazara sürmekten, sos veya ambalaj olarak kullanmaktan vazgeçin. Çocuklarımıza sizin Müslüman olduğunuzu söyleyemiyoruz. Bunu bir düşünün. Böyle bir yazıyı yazmak bana düşmezdi, bunun farkındayım. Böyle bir yazı dindar, muhafazakar, yaşı kemale ermiş aydın, yazar, akademisyen bir zat tarafından yazılmalıydı. Eminim ki daha güzel, esaslı, etkili bir metin çıkardı ortaya. Ne yazık ki mahallenin yaşlıları da ganimet peşinde. Ömürlerini “Bir lokma bir hırka” diye sürdüren aydınlarımız yaşlandıkça, ölüme yaklaştıkça “rızık endişesiyle” yanıp tutuşur oldular. Pazara sürülen Müslümanlığın, kavganın malzemesi yapılmaması gerektiğini söylemek de bana düştü. Peki bu bayağı tablo benden başka kimseyi rahatsız etmiyor mu? Gerçekten çok şaşkınım. kaynak:http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/hem-cemaate-hem-de-ak-partiye-bir-cift-sozum-var-684y.html
Gülen cemaati ile AK Parti arasındaki kavganın veyahut tartışmanın geldiği aşamadaki enteresanlığın sanırım siz de farkındasınız. Mesele tümüyle dünyevi kazanımların korunması ve çoğaltılması etrafında yoğunlaşırken, tartışmanın dini argümanlarla, dini şahsiyetler üzerinden sürdürülmesinden fena halde rahatsızım. Bu kavganın yaklaştığını, aşağı yukarı bir yıldır yazıyorum. Benim gibi, her iki kesimi de yakından tanıyanlar neler olduğunun, ne tür hesaplar yapıldığının farkındaydı. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber cemaat Türkiye’deki ‘hizmet’ alanlarında daha rahat hareket eder oldu. Her geçen gün daha çok büyüdü. Büyüdükçe daha çok alan kapladı. Kapladığı alanda kendi mensuplarından başka kimseye hayat hakkı tanımadı. Öyle ki başka cemaatlerden dindar bürokratlar bile Gülen cemaatinin hedefi olmaktan kendini kurtaramadı. AK Parti oy kaybetmemek, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlık planının tehlikeye düşmemesi için cemaate karşı açıktan tavır almaktan hep imtina etti. Fakat önceleri derinde de olsa bu durum cemaat mensubu bürokratlara karşı üstü kapalı bir şekilde negatif ayrımcılığı da beraberinde getirdi. Cemaate yakın gazete ve TV’lerde artık sert eleştiriler başlamış, haberlerde hükümete geniş yer vermeler son bulmuştu. Cemaate yakın gazeteciler de hükümetle aralarına mesafe koydular. Cemaatin emniyet ve yargıda belirgin bir üstünlük kazanması ve bu üstünlüğü hükümeti de sıkıntıya sokacak şekilde kullanması, AK Parti çevrelerinde artık kabul edilemez bir durum olarak görülmeye başladı. Açıktan ilk restleşme, İlker Başbuğ’un tutuklu yargılanma kararı üzerine gerçekleşti. Hükümet tutuklu yargılama kararından ve “terör örgütü lideri” tanımlamasından rahatsızlığını açıkça belirtince, cemaate yakın yayın organları hükumetin bu tutumunu eleştiri yağmuruna tuttular. Başbakanın “Bizim arzumuz Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasıydı” çıkışı üzerine, yargının ertesi gün 6 aydır tutuksuz yargılanan Hurşit Tolon’u tutuklayarak başbakana rest çekmesi, kavganın su yüzüne çıktığının en keskin işaretiydi. İşte bu artık gizlisi saklısı kalmayan çekişme, MİT tartışması ile iyice harlandı. Kılıçlar çekildi. Cemaate yakın gazeteciler MİT üzerinden hükumet ve başbakanı hedefe koyarken, AK Parti’ye yakın gazeteciler ise emniyet ve yargı üzerinden cemaati hedef aldılar. Birkaç gün açıktan, adı da koyularak yapılan münakaşa, nasıl olduysa şimdi yeniden alttan alta yapılır hale geldi. Yüksek sesle “Hayır, AK Parti ile cemaat arasında herhangi bir çatışma yok” diyenler, alçak sesle neredeyse bir birlerine ağzına geleni söylemekten çekinmiyorlar. Öyle bayağı, öyle belden aşağı, öyle gayri ahlaki tutumları görüyoruz ki, hayretimiz katbekat artıyor. Hükümet “Cemaatle bir kavgamız yok” diyerek cemaatin devletteki gücünü sınırlandırmaya çalışırken; cemaate yakın yayın organları, hükümetin her açığını bir kampanyaya döndürmek için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Köşelere, sosyal medyaya, ağza alınmayacak hakaretlere bakıyoruz, ortada ciddi bir kavganın olduğunu açık. Cemaate yakın medyanın bir kısmı ‘Sözcü’ gazetesi, bazı gazetecileri ise Emin Çölaşan pozisyonunda açıktan hükümet aleyhtarlığı yapıyor. Diğer taraftan da MİT operasyonu üzerinden cemaat ‘İsrail işbirlikçisi’, ‘ABD’nin piyonu’ olarak gösteriliyor. Tüm bunlara rağmen hâlâ “Biz aynı davanın neferiyiz aramızda kavga yok” deniliyor. Bunu söyleyenler bir de herkesin buna inanmasını bekliyor. Kavganın ortaya çıkmasından, büyümesinde, derinleşmesinden, sürdürülmesinden medet umanlardan; el ovuşturup keyif alanlardan değilim. Beni üzen, kavganın adaba uygun bir şekilde yürütülmemesi, belden aşağıya inmiş olması, bu da yetmezmiş gibi dini argümanlarla sürdürülüyor olmasıdır. Benim anlamadığım eğer kavga yok ise niçin bir birinize düşmanlık ediyorsunuz. Eğer kavga yok ise tasfiye dedikoduları niçin ortalıktan kaldırılmıyor. Eğer bir kavga yok ise cemaat geçtiğimiz hafta kendi mensuplarına “Siyaset için hazır olun” mesajını gönderip niçin “Herkes en az 4 kişi ile ekip olsun” talimatı yayınladı? Cemaatin siyasi hesabı yoksa siyasete girme hazırlığı niçin başlatıldı? Her şey bu kadar açıkken, her şey herkesin gözü önünde oluyorken böyle bir kavga yokmuş numarası çekip gizliden gizliye düşmanlık etmek ayıp değil mi? Bütün insanlar size bakıyor. Sizin hem Müslümanlığı kimseye bırakmayan tutumunuzu, hem de bel altı kavgalarınızı görünce utanan başı öne eğilen, yüzü kızaran milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Aynen birbirinden nefret eden gelin kaynana durumundasınız: Halk içinde yüksek sesle birbirinizi ne kadar çok sevdiğinizi söyleyip, eve döndüğünüzde de birbirinize var gücünüzle hücum ediyorsunuz. Böylesine hesapçı, yüze gülmeci, arkadan konuşmalı tavırları; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla sürdürüyor olmak fazlasıyla abuk sabuk, küçültücü, utandırıcı değil mi? Açıkça görülüyor ki bu kavganın asıl nedeni dünyevi kazançları korumak ve daha fazlasını elde etmek. Bu tartışmanın dinle, İslam’la, Hz Peygamberle, sahabelerle ne alakası var? Menfaat çatışmanızı ne diye ulvi bir ideal birliği gibi göstermeye uğraşıyorsunuz? Çıkar, imtiyaz, makam, mevki, güç peşinde koşarken; bunun davasını güderken bunun yarışı, mücadelesi içindeyken, ne diye ulvi, ilahi, mukaddes efektler yapma gereği duyuyorsunuz? ‘Bir dava için yol arkadaşlığı’ yapanların, gün gelip de iktidar için bu kadar küçülmesinden biz utanıyoruz. Siz utanmıyor musunuz? Sanıyorsunuz ki “Aramızda kavga yok” deyip ardından da ağzınıza geleni söylediğinizin kimse farkında değil. Herkes her şeyi görüyor. Dostlarınız üzülürken düşmanlarınız bayram ediyor. Görmeyen sizsiniz. Hatta açıktan “ Yiyin birbirinizi” manşeti atıyorlar. Bu tablo bile sizi utandırıp kendinize getirmiyorsa ne diyebiliriz? Biz biliyoruz ki meselenin ‘din kardeşliği’ ile ‘ülkeye hizmet yarışı’ ile, ‘Müslümanlığa hizmet’ ile bir alakası yok. Bunlar sahte kılıflar, safsatalar, karşılıksız lakırdılardan ibaret. Ekrem Dumanlı’nın Pazartesi günleri yazdığı vaaz havasındaki köşe yazılarına, Ali Ünal beyefendinin köşe yazılarında bu tartışmayı konu ederken anlattığı sahabe hikayelerine bakılırsa, cemaat ile AK Parti arasında çağımızın Sıffin Savaşı başlamış. Şimdiden herkesi kendi saflarına çağırıyorlar. Açıkça ganimet savaşı veriyorsunuz. Ve ne yazık ki bunu dinle alakalı bir mücadeleymiş gibi satmaya kalkıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki hâlâ o eski genç mücahitlersiniz. Hâlâ yüzünüzden nur akıyor. Hâlâ masumiyetinizi koruyorsunuz. İmanınız taptaze. Tevazunun, cömertliğin, kulluğun şifreleri sizin kalplerinizde kilitli. Halbuki insanlar size bakınca agresifliğinizden, hırsınızdan, somurtkanlığınızdan, dehşete düşüyorlar. Dinden imandan habersiz, uzak kimseleri fersah fersah geride bırakan iştahınız, iktidar hırsınız şoka sebep oluyor. Gerçeği çarpıtırken dinî kalıplar, kelimeler kullanmanız toplumun gururunu incitiyor, kalbini yoruyor, tadını kaçırıyor. Lütfen bu sefil duruma bir son verin. Bu bel altı kavgayı daha fazla uzatmayın. Her şeyin geçici olduğunu unutmayın. 20-30 yıl önce hazırladığınız afişlere dönüp bir bakın: “Dünyevi rütbeler kabir kapısına kadardır.” Sizin sözünüz, inancınız, hayatınız, rotanız, üslubunuz bu değildi. Milletin itimadını suiistimal etmeyin. İlle kavga edecekseniz lütfen İslam’ı, dini argümanları, sahabe hikayelerini bu dandik kavganıza malzeme etmeyin. Bilin ki sizden olmayan milyonlarca Müslüman daha yaşıyor bu ülkede. Din sizin malınız değil. Cemaatinizin, partinizin kazanımlarını sağlama almak için dini pazara sürmekten, sos veya ambalaj olarak kullanmaktan vazgeçin. Çocuklarımıza sizin Müslüman olduğunuzu söyleyemiyoruz. Bunu bir düşünün. Böyle bir yazıyı yazmak bana düşmezdi, bunun farkındayım. Böyle bir yazı dindar, muhafazakar, yaşı kemale ermiş aydın, yazar, akademisyen bir zat tarafından yazılmalıydı. Eminim ki daha güzel, esaslı, etkili bir metin çıkardı ortaya. Ne yazık ki mahallenin yaşlıları da ganimet peşinde. Ömürlerini “Bir lokma bir hırka” diye sürdüren aydınlarımız yaşlandıkça, ölüme yaklaştıkça “rızık endişesiyle” yanıp tutuşur oldular. Pazara sürülen Müslümanlığın, kavganın malzemesi yapılmaması gerektiğini söylemek de bana düştü. Peki bu bayağı tablo benden başka kimseyi rahatsız etmiyor mu? Gerçekten çok şaşkınım. kaynak:http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/hem-cemaate-hem-de-ak-partiye-bir-cift-sozum-var-684y.html
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.